TUTUNANLAR, TUTUNAMAYANLAR
Sevgili okur, bugün önemli bir konudan bahsetmek istiyorum. Genç bir yakınım kan kanseri oldu. Tedavi olabilmesi için ilik nakli gerekiyordu. Ve işe bakın, aranan ilik, Kızılay’a bağışta bulunan birinden bulundu. Hastamız moral buldu, yaşama tutundu, hepimiz rahatladık. Gel gör ki bu bağışçıyla bir türlü irtibat kurulamadı. Ya yanlış ve eksik bilgi verdi ya da kan bağışından sonra bu işten tamamen vazgeçti. Nedeni her neyse, yaşama umudu verdiği bir hastanın elinden bu umudu geri aldı. Onunla birlikte bir yığın insanı da üzmüş oldu. Bu yazıyı bu hayal kırıklığının etkisiyle yazıyorum, belki bir işe yararım umuduyla..
İlik bağışı için sadece üç tüp kan veriyorsunuz, her hangi bir Kızılay çadırında on dakikanızı almaz. Hepatit ya da herhangi bir hastalık taşıyıcısı olmanız fark etmiyor. Sonrasında da bir uyuşma durumunda yine sadece kan veriyorsunuz. Ben dahi bu konuda ne kadar cahil olduğumu fark ettim bu olayda. Sadece kan vererek birinin hayatını kurtarabileceğimi bilmiyordum yani. Biraz daha iyi anlaşılabilmek için rakam verecek olursak, insanların umutlanacağı kadar büyük bir kitleden de bahsetmiyoruz. Almanya’da 6 milyon bağışçı varken ülkemizde sadece 300 bin bağışçı var. Bir milyonun yarısı bile değil. Olasılık hesaplarında çok iyi değildim ama umutlanmaya değecek kadar bir sayı olmadığını anlamam için matematik bilgimin üst seviyede olmasına gerek yok. Dediğim gibi bu olasılıksızlıklar içinde bile bulduğumuzu düşünürken hevesimizi kursağımızda bırakan bu haber geldi. Biz o hevesi ne yapalım önemli değil de umudun ipine tutunan, yüzünü yaşama dönen hastanın ruh halini düşünebiliyor musunuz? Şey evet, yaşayabilirdiniz kardeş ama olmadı. Bu cümlenin ardından “canın sağolsun” kalıbı gelir ki kimse söyleyemez utancından! Hiçbir eşek şakası yok ki dünyada bu kadar eşşek şakası olsun!
Seslendiğim kitle kısıtlı, biliyorum. Ama sizden ricam, bu satırlar sizin için bir şey ifade ettiyse etrafınızdakilere bu durumdan bahsetmenizi rica ediyorum. Hususi olarak gitmese bile rastgele bir Kızılay çadırının yanından geçen ve aklına sizin anlattıklarınız gelen biri, lösemi hastası bir gencin, bir çocuğun, bir bebeğin hayatını geri verecek anlık bir karar alabilir. Yaşam “evet, hayır, şimdi, sonra” dediğimiz anlık kararlarla akıp gidiyor. Ben de bu kararları alacak insanların varlığına inanarak, umutlanarak yaşayabiliyorum. Umudun ipi elimizden kaçtıkça yakalamaktan başka çare yok. Daha güzelini söyleyeyim, o yaşam umudunu, o ipi birinin eline bizzat vermek…