Samimi Diyaloglar

0 57

Sevgili okur, çocuklarım olmadan önce insanlarla, özellikle tanımadıklarımla temasım çok azdı. Bunu abartacak kadar hem de. Dinlemeyi, diyaloğa girmeye tercih eden, camın arkasından bakmayı hala seven biri olarak söylüyorum. Oysa, ironik bir şekilde mesleğim gereği gün içinde yüzlerce insanla temas etmem ve hatta genelde benim konuşmam gerekiyor. Yine de tanıdık bir sokakta yürürken bile diğer insanları başrol oyuncusu benim olduğum bir senaryonun figüranları olarak görmeye devam ediyor ve senaryoyu ben yazdığım için kendime diyalog eklememeye dikkat ediyorum. Ah, gerçekte onların da kendi senaryolarını yaşıyor olduklarını bilerek tabii.

Araba kullanmayı bilmediğim, öğrenmeye de pek niyetli olmadığım için toplu taşıma araçlarını sıkça kullanıyorum. Bu da, özellikle bu şehirde, benim bireyselliğimi ciddi anlamda tehlikeye açık hale getiriyor. Gün geçmiyor ki bindiğim bir araçta kendimi bir muhabbetin ortasında bulmayayım.

-Ooooo kayınço n’abüyün?

-Oooo enişte, ge bakayım.

-Ekmeee kesçen, olmaz büle! İki kişilik bu koltuk. Süleycem şöför senden iki kişilik alsın.

Yine ironik bir biçimde kafamı kitabıma ya da telefonuma gömdüğüm anların böyle yüksek frekanslı sohbetlerle bölünmesini, kimsenin kimseyle muhatab olmadığı yolculuklara yeğliyorum. Yüzümde bir tebessüm o anlar. Artık samimiyet ana haber bültenlerine konu olacak hasletler arasında yer alıyor çünkü. Otobüsün kapısında içeri bir kafa uzanıyor:

– Bilmemnereye gitçem ben geçiyor mu?

-Geçmiyor.

-Nası gitçem ben oraya?

-Pin hadi pin.

-…

-Pinsene be kardeşim.

Bilmemnereye gidecek yolcuyu, onu oraya götürmeyecek olan otobüse bindiren şehrim insanı, onu söylediği yere götürebilecek bir aracın geçtiği çok uzak bir durağa kadar taşıdıktan sonra inerken:

-Geç karşıki duraa şindi, 7/B haricinde hangi araba geçerse ona pin!

Yapılan iyilik, azarlar gibi yapılsa da bir otobüs dolusu insanın yüzlerinde birer tebessüm, kalplerinde sıcaklık olarak karşılık buluyor. Şoför söylenmeye devam ediyor:

-Te büle hem bilmiyiler nereye gitçeklerini, hem durduruyular.

Bunun kibar konuşmalısı ilgimi çekmiyor. Kibarlaştıkça uzaklaşıyoruz bazen. Geçen gün üç genç üniversite öğrencisiyle otobüs beklerken doblo tipi bir araç yanımızda durup açık camdan gençlere nereye gideceklerini sordu. Hepsi arabaya doluştuktan sonra baktım bana da sesleniyor aracı kullanan. İçimden ne alakası var diye geçirirken dışımdan adama nereye gideceğimi söylediğimi duyuyorum. Bir dakika sonra aracın içindeyim. Meğer adam aynı sitede oturduğum bir komşuymuş. Ama bunu öğrenme biçimim oldukça yakışıksız bence. “Ben kime teşekkür ediyorum acaba’ diyorum adama. O da benim komşum olduğunu açıklamak zorunda kalıyor. Kocaman bir samimiyeti kibarlığımla parça parça ediyorum. Yine de bu şehirde yanımda duran bir araca binebilecek güven duygusunu muhafaza ettiğimiz için, otobüs içi sosyalleşmelerimizde senli benli olabildiğimiz için şükrederek kendimi yanlış, samimi insanları doğru bulduğumu söylemeliyim. Benim gibi “az sözlü” insanları büyük gönüllü bulur kayınvalidem. Zanneder ki onun tanıştırdığı insanlarla az konuşuyor olmam onları küçük görmemden kaynaklanır. Kimsenin yaşam tecrübesini, ait olduğu sınıfı, etnik kimliğini asla benimkinden küçük, az görmeyen biri olarak şunu söylemek istiyorum. Arabada yüzünde mütebessim ifadeyle oturan az sözlü kadın peşin peşin herkesi seven bir insansever. Kendi senaryonuzda yer verdiğiniz için size teşekkür ederken ona bir diyalog yazmasanız daha da mutlu olan cinsten.

Cevap Gönder

E-posta adresiniz yorumunuzda yayınlanmayacaktır.