FIRTINA
Güneşle uyanmadığım için kesif bir mutsuzluk halinde güne başladım, nihayetinde ben başlamasam da gün başlamıştı. Böyle uyandığım zamanlarda aklıma sadece gün içinde yapmam gereken işler gelir ve hepten kendimi kanatırım. Kendimde bulduğum duyguyla derin dalış yaparım, yöntemim bu.
Kızımın kahvaltı siparişleri, asılacak ve bir posta daha yıkanacak çamaşırlar, eh asabilmem için balkonu temizlemek gerek -dünkü fırtınada her yer her yerde bir bahçe var devamında- kediler acıkmış kapıya tırmanıyor biri, makineyi de adamla birlikte bıraktığım için elde yıkayacağım bulaşıklar, dolap boşalmış pazara gitmem gerek, artık yapmazsam kendinden geçecek taze fasulyeleri pişirmem gerek, ödevlerin hepsi yarına kalamaz, ay kıza okul pantolonu da bakacaktık, hani siteye yeni yazı koyacaktım? Ben evliyken de “single mom” tabir edilen bir yalnızlıkla yaptım işlerimi, ağır gelen o değil. Dünkü fırtına.
Gitmeye çalıştığınız adam, yıllarca ciğeriniz boşalana kadar mutsuzluğunuzu haykırdığınız bir muhatap değilmiş gibi açıklama bekliyor her gün. Gün be gün. Açıklamaya takat yok hâlbuki. Onu yazdığınız hikâyede yanlış bir sözcük gibi daksil’le silmek istediğinizi, yerinin kağıt beyazlığında kalmayacak olsa da beyaz kalması isteğinizi bilmiyor. O, yanlış kelimenin etrafını makasla kesip, kağıdın kalanını çöpe atmak istiyor. Tüm hikâye yanlış tek bir sözcükten ibaret kalsın. O hikâyeye bir başlık koyuyorum: İstemiyorum Kılavuzu.
Ben bazen bu ülkenin, mutfak pencerelerinden uzaklarda bir yerlere bakan mutsuz kadınlardan ve onların her ne yapıyorlarsa mutsuzluklarına mukayyet olmaya çalışır gibi yapan çocuklarından müteşekkil küçük odalardan oluştuğunu düşünüyorum. O odalar birbirine ince hüzünlü ağlarla bağlı ve tanıdık.
Mutsuz adamlar da var o adaların işgalcisi gibi. Onların evlilikleri birer sömürge imparatorluğu gibi. Adanın ham duygularını sömürüp, onlara istenmedik duygular pazarlayan, almayanı döven, kaçmak isteyeni tutan, tuttuklarını kıran, duygu körü, istemiyorum sağırı mutsuz adamlar.
İstemiyorum: Kalbimde bana sunduğun teklifin duygu karşılığı yok, oluşmuyor. Sen duygularımı değiştiremeyip, düşüncelerimi manipüle etmeye çalışan, kendi mantığının imparatorluğuna beni dahil etmek isteyen kör kalpli. Sen, sen, sen. Sen, duyguyu duyguyla uyandırabileceğini öğrenememişsin. Kovan dolmak bilmiyor. Bomboş bir kova.
Hayır, bu gece sevişmek istemiyorum.
Hayır, sadece istemiyorum.
Hayır, istemiyorum.
Hayır, söylediğini yapmak istemiyorum.
Hayır, sadece istemiyorum.
Hayır, istemiyorum.
Geviş getirmem bitti, kuyuya indim, kuyuda kaldım, karanlıkla yundum yıkandım. Şimdi ipe asılıyorum. Kendime yeşil çay demleyip, kedileri besliyorum. Sıcak suyla bulaşıkları yıkıyorum, işler azaldı bile. Sonra, sonra elime saplı cadı süpürgemi alıyorum. Balkondaki fırtınanın izlerini süpürürken, yok edemeyen, yıkmadan giden fırtınaların arkasından toplanan yaprak ve dalları atıp, bir kova su dökünce, kalbin pırıldayan fayanslarına tekrar ulaşabileceğimi fark ediyorum. İşte, burada, hala atıyor ve tertemiz. Belki başka fırtınalar olacak. Olmasa bu kalp, güneşli, ısıtan, dingin günlerin kıymetini nasıl anlayacak?