FAKİRLİK GÖRECELİDİR

0 17

Sevgili okur, ben de gazetenin diğer ileri gelenleri gibi ciddi konular hakkında yazmak istiyorum ama tam yazarken bir gülme geliyor. Yaklaşan yeni yıldan isteklerim arasında az ciddiyet de var. Ben hiçbir şeyi tam isteyemiyorum zaten. Siparişlerim bile az porsiyondur. Köfteciler ve ciğerciler de beni bu yüzden pek sevmezler. Bunlar hep ruh fakirliğinden. Vakti zamanında reelde de fakirdim ama demek ki ruhum, ben alt orta gelir seviyesine yükselirken oralarda bir yerde kalmış.

Üniversite’ye başladığım yıl Yıldırım mahallesinde oturuyorduk. Oturduğumuz bir milyonuncu ev filan olabilir. Her sene taşınan bir aile düşünün ve bunu hobi olarak yapmıyorlar! Bölümü kazandım kazanmasına da yaklaşık beş kilometrelik yolu gidecek yol parasının bile olmadığı zamanlardan geçiyoruz. Zaman geçiyor biz hala yürüyoruz. Ekmek arası peynirimi ıssız banklarda yiyorum, az köfte bulsam vitrine filan koyarım öyle zamanlar. Buradan bakınca fakirliğin hakikaten zihnimde olduğunu anlıyorum da işte hep oradan bakıyorum o zamanlar. Hâlbuki 21. yüzyılda, en zenginim diyen günde on kilometre yürüyüş yapıp zeytin peynirle gün geçiriyor da ben bunu o zamanlar fakirlik sanıyorum. Gerçi istediğim an köfte alabilecek kadar param olsa daha zengin hissedebilirdim bence. Benim acıklı hikâye diye ruhumun kuytularında sakladığım bu fakir hikâyeler neden acıklı geliyor hakikaten? Yürüdüğüm için, peynir yediğim için filan değil. Bu benimle muadil diğer insanların yaşantılarına bakarak kendiminkini eksik bulma duygusu yüzünden acıklı aslında. Çağımızda bu bir hastalık! Birbirlerinin yaşamının görebildikleri kısımlarına bakan insanlar hep kendilerininkinde bir eksik bulmaya meyilli. İşte asıl fakirlik bu! Onun çocukları, onun evi, onun eşi, onun ailesi, onun tatili…Onunkine bakarken kendi az’ımızın tadını bile alamıyoruz. Anneler çocuklarının boyunu, kilosunu karşılaştırmaya bebekleri daha doğar doğmaz başlıyor, kayınvalideler gelinlerini komşunun gelini daha iyi olduğu için beğenmiyor ( üstelik kendisini komşusuyla karşılaştırmadan), aldığımız kutu gibi ama sevimli ev arkadaşımızın sarayına gidince bize kümes gibi görünmeye, mutfak dolaplarımız çürümeye filan başlıyor. Bir an gözlerinizi kapatın ve şimdi yaşadığınız evde herkesten uzak, aynı şartlarda yaşadığınızı düşünün. Eğer sağlıklıysanız sizi mutsuz eden ne? Çocuğunuz kime göre kısa? Kime göre zayıf? Hangi yaşamsal becerisi eksik ki başarısız buluyorsunuz? Mutfak dolabınız eşyalarınızı almıyor mu?
Ara ara yakaladığım bu yoksunluk hislerini içimde çok büyütmeden, aksine sahip olduğum küçük zenginlikleri büyüterek yine uzun yollar yürüyorum. Param olmadığı için değil, uzun yolları yürüyebileceğimi bildiğim, yürürken “ne kadar da iyi yürümüşüm” diyebildiğim, her hatırlamayla gönendiğim, hep varacak bir yerlerim olduğunu bilme hazzını yaşadığım, yürüdükçe daha iyi yürüdüğüm, ben değişirken yürümenin baki kaldığını anladığım için yürüyorum. Ciddiyetle yaptığım şeylerden biri bu. Yine de yılbaşı piyangosu bana çıkarsa zihnim de fakirlikten kurtulur diye düşünüyorum naçizane!
Not: Yaşamı boyunca tek bir bilet almayan biri için ütopik bir dilek oldu bu. Nobel kazanmayı dileyen ama kitap yazmayan biri için çok da garip sayılmaz. Hem birinin bana piyango bileti hediye etme ihtimalini de dışlayamam, çünkü hayalperestlik böyle bir şeydir…

Cevap Gönder

E-posta adresiniz yorumunuzda yayınlanmayacaktır.